COLMAR...NİSAN 2016...FRANSIZ KASABALARI-1-

Meşhur Alsace bölgesinin başkenti kabul edilen bir şehri gezmeye gidiyoruz. Colmar Fransanın bence gezilmesi , kafelerinde oturup etrafı seyrederek kahvenizin yudumlanması gereken bir yer. Ancak ben Almanya yolculuğunda birkaç saatlik uğradığım için şehre çok da uzun uzun keyif yapamadım. Ne yapalım bir daha geliriz çünkü gerçekten Alsace  şehirleri turu yapmak istiyorum bu da bahanesi olsun.


9. yy da kurulmuş bir şehir Colmar tarih notlarına göre,  epey el değiştirmiş. Zaten sınır üzerinde olduğundan da karmaşık. 1226 yılında dönemin imparatoru 2. Frederick tarafından bağımsız şehir ilan edilmiş. Tarihte  Almanya, Fransa ve İsveç arasında el değiştirip durmuş. 1600 lerde İsveç ordusu almış şehri sonra Birinci Dünya Savaşı sonrası Versay anlaşması hükümlerine göre Fransızların olmuş derken ikinci dünya savaşı başlarında 1940 da Almanlar ele geçirmiş  ve en son 1945  Colmar Savaşları sonrası Fransa da kalmış. Öyle ki şehir yasalar gereği fransız topraklarında evet ama çift dilli eğitim yapılıyor ve herkes hem almanca hem fransızca konuşabiliyor. Öyle ki burada yaşayan çoğu insan Almanya ya çalışmaya gidiyor. Bir ülkede çalışıp başka bir ülkede yaşamak bize enteresan geliyor ama sınırlarda durum böyle.

Colmar Meşhur Bartholdi nin doğduğu şehir olduğu için sanırım her yerde onun adı geçiyor. Lisesi , müzesi , restoranı ve evi var da var yani. Kendisi Özgürlük Heykelini yapan sanatçı olduğu için şehrin Strasburg tarafından girerseniz Özgürlük Heykelinin bir kopyası karşılar sizi. Hatta şehirde yerlerde bazı üçgen şekiller ve içlerinde özgürlük heykelinin resmini görebilirsiniz. Önce bize bir yön mü veriyor dedik ama bir doğrultu keşfedemedik. Sanırım okları takip edince tüm şehri gezmiş oluyorsunuz ama özgürlük heykeline falan götürdüğü yok yani en azından benim anladığım...




Siz şehre geldiğinizde havayı  önce bir küçük turla solumak ve nerede gezmek istediğinize karar vermek için meydandaki minik trenlere binebilirsiniz. 6 euro gibi bir ücreti var ama cam kenarına binin derim. Çünkü balık istifi yapıp öyle yola koyulduklarından arada kalırsanız pek etrafı göremeyebilirsiniz. Biz 3 kişiydik bölüştürüp yerleştirdiler çok seri şekilde.

Şehir ayrıca leylekleri ile meşhur. dikkatli bakarsanız birçok evde leyleklerin süs olarak kullanıldığını görebilirsiniz. Katedralin çatısı gibi yüksek binalarda bizzat canlı olanların yaşadıklarını da fark edeceksiniz. Zaten leylekler gelsin diye özel olarak çatılara tahta yuvarlak  plakalar yerleştiriyorlar. Böylece leyleklerin yuva yapmasını kolaylaştırıyorlar.




 Yeşil trenlerin ( genelde böyle beyazlarını da görebilirsiniz )kalktığı bu  meydanda şehrin Saint Martin Kilisesi bulunuyor. 1200 lerde yapılan yapı çeşitli dönemlerde elden geçirilmiş son bakım dönemi 1890 larda. Ve benim sevdiğim gotik özellik taşıyanlardan.


Daha önce Fransada Annecy e gitmiştim orası için de Fransanın venediği deniyordu ama burada Petite Venice yanı küçük Venedik adında bir bölge var. Evler o kadar eski ki bazıları yıkılsam mı ayakta mı dursam diye düşünüyor ve hala insanlar yaşıyor burada. Kimse müteahhide verelim de bina çıkalım dememiş yani. Bazı evlerin tahta pencere kapaklarında kalp şeklinde delikler var ve bu delikler güya oradaki evde evlenme çağında bir kız olduğunu anlatıyormuş. Düğünden sonra arkasını tahta ile kapatıyorlarmış.


Gondollo gezinti yapabilirsiniz ya da küçük teknelerle. Ama köprülerden geçerken başınızı eğin derim. Biz bakarken herkes eğiyordu başını,  köprüyü  sınırda geçiyorlar. Bu teknelere binmek için Saint Pierre Köprüsünün oradan kalkan tekneleri bulmanı gerekiyor. Tur süresi yaklaşık 1 saat sürüyormuş. Yaz döneminde Nisan Eylül arası daha sık yarım saatte bir ancak diğer dönemlerde sabah 10-12 ve öğleden sonra 14-19 arası tekneler bulunuyormuş.



Çok fazla müzesi var gezmeyi seviyorsanız. Bilginiz olsun diye liste veriyorum ben öyle dışarıdan baktım şehri yaşamayı seviyorum. Bartholdi müzesi görülmesi gerekenlerden  imiş şehirde hani göremeseniz de bahçesine girip bakının çok güzel demişlerdi ama ben 1 mayıs dönemine denk getirdiğimden bu konuda şanslı değildim. Tatil resmi olunca Avrupalılar fena.  Unterlinden yani Güzel sanatlar müzesi varmış. Doğal Tarih Müzesi, Adolf House ve Pfister Evi.
Bendeniz Pfister House u çok beğendim vaktim olmadığı için çok fazla kalamadım önünde ama duvardaki resimler gerçekten çok enteresan. Siz müzelere bakarken ben şehir turuna çıkıyorum.


Kapalı mini bir pazarı var her şehirde olduğu gibi. Ne var derseniz elbette genelde şarap ve peynir , Fransa da en çok ne olur. Ancak şehirde peynirler de enteresan renkli yani. Domatesli peynir var kırmızı ya da pesto dedikleri ( fesleğenli) yeşil. Hayat renkli güzel demek ki...


Şehirdeki tüm binalar birbirinden enteresan ve güzel o yüzden hangi binalardan bahsetmek gerekir kararsız kalıyor insan. Koifhus binası 1400 lü yıllarda yapılmış olan ve şehrin ticaret merkezi olarak kullanılıyormuş. Hatta bazı yerlerde eski gümrük binası olarak da geçmekte bu bina.

Bir de şehrin meydanlarında çok güzel çeşmeler var.Yani kısacası alın makinenizi  şehirde turlayın tadına bakın şehrin. Çok güzel bir şehir, ben çok sevdim sizin de seveceğinize eminim.




Ama en önemli mekanlardan birini sonlara bıraktım. Maison de Tetes yani kafalar evi. Şu an restoran ve otel olarak kullanılmakta ama üzerindeki insan figürleri ve maskeler sayesinde almış bu ismi.1609 yılında yapılan evin ön yüzünde 101 adet kafa bulunuyormuş ama alıntı bilgi oturup saymadım gerçekte. Trenle gezerken ilk göreceğiniz yapı bu olacak.

Arada yemek de gerekir değil mi? Giderken fark etmedim ama  şehre varınca fark ettim ki bloglarda hep aynı 2 restorandan bahsediliyor. Biz Ristorante PFEFFEL i tercih ettik iyi de yapmışız en azından ingilizceyi çok iyi bilen garsonlarımız vardı. Ama her zamanki gibi 45 dakika bekledik yemeğimizin gelmesini. Bir daha elimize sandviç alıp yola çıkmaya  karar verdik ve  elbet gene unutacağız da. Burada yemekte şarap içmek gerekir dedim ve buraya has tatlı bir şarap aldım (Gewürztraminer) çok güzeldi ancak çok tatlı. Şirince şarabını biliyorsanız öyle tatlı ama alkol oranı biraz !!! daha yüksek. 

Bölgenin yedi meşhur üzümü yedi ünlü şarabı var.Altı beyaz bir kırmızı…Bunlar Riesling, Muscat, Sylvaner, Gewürztraminer, Pinot Gris, Pinot Blanc, Pinot Noir.  

Efendim bendeniz bir kaç saatlik turumu bitirerek Almanya da Rust a doğru yola çıkıyorum. İstikamet Euro Park. Size şimdiden iyi geziler....

 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ALBA...İTALYA KASABALARI-4-

IVREA PORTAKAL FESTİVALİ Şubat 2017

MİLANO...Bir Çok Kez...