PORTO.... Ekim 2019





İlk defa bu şehre gidiyorum ve bu sefer Prontotur dan aldığım kültür turu vasıtası ile gezeceğim. Bu,şu anlama geliyor ki istediğim her yere gidemeyeceğim veya istediğim kadar uzun kalamayacağım. Ancak gitmeden araştırdığım , orada öğrendiğim ve ya dönünce merak edip sorguladıklarımla dolu bir yazı paylaşacağım. 

İlk olarak biz turla geldiğimiz için  dört buçuk saat süren uçak yolculuğu sonrası şehre nasıl gideceğiz diye düşünmedik ancak hava alanından şehre (mor renkli) E hattı ile ulaşım sağlayabilirsiniz. Şehirde gezerken  yürümeyi tercih edin. Özel araç kiralamayın gerekirse taksi kullanın çünkü denedik taksi diğer avrupa şehirlerine göre daha uygun. Tarihi tramvay  tercihiniz olabilir, biz Porto da değil de Lizbon da bindik buna ve  turist farkı ödedik açıkçası.

Şehri gezmek için otobüs turları yapabilirsiniz. Araştımak isterseniz tıklayın

Şehir içi ulaşım için Andante kart ya da daha uzun kullanım ve müzeler için Porto kart alıyorsunuz. Gelelim bizim tura...



Porto,Portekizin en  büyük 2. kenti. Porto aynı zamanda bir liman şehri ve ismini liman anlamına gelen porto dan alıyor. Başka bir açıdan bakarsanız porto kapı demek ve yeni dünyaya açılan kapı anlamına da gelebiliyor. Çünkü Porto Avrupanın en uç noktasındaki şehir.






Porto , kendisini  ortadan ikiye ayıran Rio Douro nehri ve muhteşem köprüleri ile seyrine doyum olmayan bir şehir. 1996 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş. Şehrin nehrin iki tarafında bulunan Riberia ve Gaia olmak üzere iki kısmı var. Ribeira ' Nehir Kenarı' demek. Zaten restoranları ile her daim canlı bir  nokta burası. Gaia ise meşhur Porto şaraplarının bulunup alınabileceği daha eski mekanların olduğu taraf. Hemen burada bir not düşmek isterim. Eğer taksi ile bir taraftan diğerine geçiş yaparsanız ücrete ek bir meblağ ödemeniz gerekli. Çok fazla değil ancak bir tarafın taksisi öbür tarafa geçerken ödeme alıyor. . Biz böyle bir geçiş yapmadığımızdan dolayı kesin konuşamam ancak rehberimizin bilgilendirmesi budur. Bir de burada Uber kullanabilirsiniz hatta 7 kişilik büyük taksi de isteyebilirsiniz kalabalık bir grupsanız. Daha uygun bir fiyata gelebiliyor. Bunu denedik.Ancak Ubere konum atarken restoranın tam önünden atın derim. Konum karmaşası yaşanabiliyor.

Porto kırmızı çatılı evleri ile, rengarenk duvarlarıyla, baktığınızda balkonlarından sarkan çamaşırların ile enteresan bir havası olan bir şehir. Ayrıca gezinirken çok güzel Grafitiler veya duvar resimleri göreceksiniz. Sanırım belediye bunu sanat kabul edip dokunmuyor ve enteresan görüntüler ortaya çıkıyor. Gerçekten çok güzel bir şehir.


Rio Douro için farklı yaklaşımlar var. Mesela Brezilya Portekiz sömürgesi olup altın madenleri buraya taşınırken bu nehir üzerinden şehre girdiği için buraya Oro altın kelimesinden esinlenerek altın nehir diyen var. Ya da sadece douro su anlamına geliyordu diyerek su nehri olarak tanımlayan da var. 


Şehri gezerken ilk durağımız  Torre dos Clerigos  (Clerigosların kulesi) isimli bir çan kulesi. 76 metre yüksekliğinde ve  adından da anlaşılacağı gibi Clerigos  ailesi tarafından ( bir tarikat olduğu da söyleniyor) 18. yy ortalarında yapılmış. Tarzı Barok ve İtalyan. Yani çok süslü malum. Aslında iki kule düşünülmüş ama tek yapılmış. Şehrin  tepeden görünüşüne bakmak isterseniz yaklaşık 200 basamaklı merdivenleri tırmanabilirsiniz. Ancak hemen belirteyim ki Porto yu ayrıntılı gezmek isterseniz en az 3 gün ayırmanız gerekir. 







İlkini kulenin önünde gördüğümüz bir işaret bulduk.  Bu işaret haç yolculuğunda hangi yönü takip etmen gerektiğini gösteriyor. Bunu şehrin bir çok yerinde görebilirsiniz. 

Kuleden devam ederek şehrin her binada  var olan çinilerle bezeli kilisesinin olduğu meydana geliyoruz. Meşhur Carma kilisesinin olduğu meydana. Burada 2 kilise duvar duvara yapışmış durumda. Her ikisinin tarzı değişik ama yan yanalar. Bir duvarda 1930 larda yapılmış çini işlemeleri bulunuyor. Aslında bizim çini tabir ettiğimiz desenlerle değil de beyaz fayanslar üzerine kocaman bir tasvir bulunmakta. Burada iki şeye değinmek isterim. Birincisi Portekiz dini açıdan katı bir ülke. En büyük katolikler oldukları söylenir. Dolayısı ile geçmişinde tarikatlar bulunuyor. Bu kilisenin duvarındaki çininin bir yerinde CARMELO yazısı bulunur Carmelo tarikatına hitaben olduğuna dair bir hikaye hatırlıyorum.






Bir diğeri ise Azulejo sanatı. Bizim binalarda kullandığımız yalıtım yerine binaları fayanslarla kaplama sanatına verilen isim bu. Porto da neredeyse her yapı çinilerle bezeli hatta kiliseler de. Dürüst olmak gerekirse artık kilise içi gezmekten içimiz şiştiği ve sabahın köründen beri yolculuk yaptığımız için bina içlerini gezmek yerine meydanda dolanmak daha çekici geldi. Dolayısı ile tek tek kilise fotosu paylaşamayabilirim.


Bir iki enteresan bilgi paylaşmak isterim. Harry Potter filminin esin kaynağı olan kitapçı Lello E Irmao (Lello ve kardeşleri) bu şehirde. Carmo   meydanına çok yakın. Zaten önünde upuzun kuyruk olan bir kitapçı görürseniz işte o. İlk zamanlarda insanlar filmden ve kitaptan etkilenerek içeri girip fotoğraf çekiyor ama kitap almıyormuş. Sonrasında kitapçı her girenden kapıda 1 euro derken 2 euro almaya başlamış. Şimdi kitapçının yanında bir dükkan bilet gişesi olarak çalışıyor ve giriş 7 euro.





Şehir hakkında başka bir bilgi de şu. Bu şehirde üniversiteye mezunları bizdeki gibi cübbe yerine siyah pelerinler giyer, mezun oldukları okulu temsil eden şapkalar ve  asalar kullanırlarmış. Harry Potter da bu enteresanlıklardan doğmuş.  Hatta San Caterina caddesi devamında Majestic Cafe var ki Harry Potter filmindeki yemek salonu da buradan etkilenilmiş. Benim Kafeyi görme şansım olmadı. Size bol şans...


Şehri gezmeye devam ediyoruz. Çinili binaların yanından geçerken kendimi hiç de yabancı bir ülkede gibi hissetmedim açıkçası sanırım çinilere aşina olduğumuz için.  Çok hareketli ve kalabalık  bir şehir. Turisti bol sanırım. Yollarda dikkatinizi kestaneciler çekecek. Burada kestaneler tuzda pişiyor  şeklinde tabir ediliyor ancak   sadece  kestane pişmeden kabuklarının üstü tuzla kaplanıyor. Çok matah bir şey değil çünkü kabuk sökülünce bildiğin tuzsuz kestane ve pek de güzel değil. Kimse kızmasın bizim minik tasından yenmez Kastamonu kestanesinin tadı yok. Çiğ halinde bile çok daha iyi.

Bir de şehirde yürümeyi göze alıyorsanız hazır olun epey yokuşlu noktalar var.

Aliados Meydanına yani Özgürlük Meydanına  geliyoruz. Devasa bir meydan burası. Ortada Kral 4. Pedro nun at üstünde bir heykeli bulunuyor. Heykelin altındaki sembolde 7 kale ve 5 dikdörtgen içinde 5 nokta var. Kaleler Müslümanlardan alınan 7 kaleyi , 5 sayısı İse hazreti İsa!nın vücudundaki öldürücü beş yarayı temsil ediyor





2005 öncesi meydan böyleymiş. Demek ki beton aşkı sadece bizde değil...




Şehrin iki yakası arasında bulunan köprüler İstanbul'dan fazla sayıda. Ancak bunlardan bir tanesi Parisde bulunan Eifell Kulesinin tasarımcısı Gustave Eifell tarafından yapılan Dom Luis Köprüsü. Köprüyü yürüyerek gezebilirsiniz tren trafiğine açık ancak hiç sorun olmuyor. Malum her şehir bir İstanbul değil.

Köprüden geçerken  tepede  Serra do Pilar Manastırını göreceksiniz. Enteresan  dizaynı ile bir  16. yy eseri ve görmeme imkanınız olmayan muhteşem boyutta ve konumda. Biraz yokuş tırmanmak gerekiyor. Yapımı  yaklaşık 72 yıl sürmüş. Yaptıranlar burada yaşamış sonrasında 19. yy başında Porto kuşatması sırasında İngiliz askerleri burayı üs olarak kullanmış ve 20. yy başına  kadar bir topçu kışlası  imiş. Daire biçimli yapı manastırın kilise kısmı. Yokuş tırmanma gücünüz ve vaktiniz varsa bize gidilmesi tavsiye edildi. Ancak kültür turu yapınca sınırlı zamanda maksimum yer görebilme amacı güdüldüğünden biz uzaktan seyirle yetindik.





Şehre trenle ulaşım yaparsanız göreceğiniz ilk yer olacak olan meşhur  Sao Bento tren  istasyonuna geliyoruz. Mükemmele yakın ayrıntılarla süslü bu alanda her taraf çini işlemesi yapılarak resimlerle donatılmış. Mavi ve beyazın hakim olduğu duvarlarda her resim tarihten bir parçayı anlatıyor. Kimi resimler enteresan kimileri rahatsız edici abartılı. Ancak mavi beyaz çinilerin üstünde renkli bir kemer bulunuyor ve bu kemerde bir yerden diğerine geçişte kullanılan taşımacılık şekilleri tarihin çizgisinde ilerletilmiş ve kemer trenle son buluyor. Herhalde şehrin en enteresan yapılarından bir budur.




Şehirde bir de Bolsa Sarayı var. Biz gidemedik zaten hadi gidelim gezelim diyebileceğiniz bir yer değil. Saray halen kullanılmakta olduğundan ancak önceden rezervasyon yaparak,  onların belirlediği rehberlerle geziyorsunuz. Bir çok konumda olduğu gibi burası için de bir bilgi paylaşmak isterim. Duvarlar ahşap oymalarla süslü olarak göreceksiniz. Kapılar ve mobilyalar haricindeki tüm duvar çalışmaları alçı üzeri ahşap görüntü vermek amaçlı boyalarla yapılmış. Bu olay meşhur kitapçıda da böyle. Bolsa sarayının neredeyse tamamı Brezilyadan gelen altınlarla bezenmiş. Belgeselde izlemiştim muhteşem bir Arap salonları var. Bu salon için Endülüslü mimarlar çağrılmış ve dehşet bir sanat oluşturulmuş.

Unutmadan meşhur Se Katedrali bu şehrin en büyük yapısı. Öyle uzaktan bir foto çektik , panaromik turda gördük. Açıkçası katedraller çok süslüler ve gösterişli eserler dışında beni çok cezbetmediler gezmedim. Sadece iki not da buraya düşeyim. Bolsa Sarayı gibi burada da kapı mobilya dışındaki  bir çok yapı alçı üzerine ahşap havası verilmiş. Bir de Brezilya altınları ile bolca süslenmiş.



Şehirin gelelim başka ayrıntılarına. Okyanustan gelirken ilk gördüğünüz köprü Arrabida Köprüsü 1957 de yapılmış. Hemen yanındaki tepe Arrabida tepesei olduğu için bu ismi almış. Zaten arap kültürü pek de kendini kaybetmemiş. Bugün kullanılan kelimelerin bir kısmının kökeni arapçaya dayanıyor.

Şehri gezmek için araçların girişinin yasak olduğu hatta araçların bile giremediği dar sokaklara girmek için TUKTUK ları kullanabilirsiniz. O da başka bir tecrübe olabilir.

Şehirde gezerken parkların birinde gülen adamlar göreceksiniz. 13 gülen adam. Ne anlama geldiğini bilemiyorum ama tahminim uğursuz sayılan 13 sayısının saçmalığına gülen 13 adam olabilir bu. Ya da Juan Munoz u araştırınca genelde gülen adamlar yaptığını gördüm ondan. Heykeltraş  48 yaşında ölmeden evvel bu heykelleri şehre hediye etmiş. Panaromik  çekemedim ama heykeltraşla ilgili araştırma yaparken bulduklarımı paylaşıyorum.




Nehirde gezinti yapmak isterseniz Rabelo denen kayıkları kullanabilirsiniz. Bunlar zamanında şarap taşımacılığı için kullanılan ve halen aynı ambiansı yaratmak için içinde fıçılar bulunduran teknelerdir.

Yiyeceklerine gelince müren balığı köftesi ya da müren balığı dolması olarak tanımlayabileceğimiz Bacalao deneyebilirsiniz. Müren balığı püresi ve eriyen bir peyniri patates püresi ile içli köfte tarzında yaptıkları bir yemek. Eğer alalade bir yerde yerseniz ' bu ne canım ' diyebilirsiniz. İyi bir yerde ve sıcak yerseniz güzel sayılabilir. Nasıl yapıldığını merak ediyorsanız, tıklayın...




Tatlı olarak Nata ları var.Ancak Lizbon a gidecekseniz en iyisini orada yemelisiniz. Çok meşhur ama lütfen bunu da sıcak yiyin çünkü soğuk çok tatsız. Üzerine tarçın ya da pudra şekeri koyarak yiyorlar. Çok şekerli şeyleri sevmiyorsanız tarçın kullanın derim zaten çok tatlı. Yalnız küçük bir not bir yerlerde okumuştum, tarçını afrodizyak etki yaratsın diye bol koyarlarmış. Bilemedim !!!Tarif isterseniz...

Porto restoranları denince genelde açık hava şarap derseniz Ribeira meydanını tercih edebilirsiniz. İkinci gecemizde bir burada bir restorana gittik. Kalabalık oluşumuz ve dışarıda o boyutta masa bulmanın zorluğu düşünülürse içeride üst katta oturduk ki çok memnun kaldık. Hatta bizden önce gelen türklerin yazı ve notlarını okuduk ve elbet 2 cümle de biz karaladık. Burada nerede yerseniz iyi yemek yersiniz dediler biz de bir yer denedik...Memnun kaldık. Ama deniz ürünleri tercih edin. Kırmızı et türevi yiyecekler de var ancak sanırım pişirme şeklinden dolayı, deneyen 2 kişi 3 gün mide işkencesi çekti.




Porto malumunuz Türk takımlarının maçları amacı ile gelinen şehirlerden biri. Hatta futbol takımları buraya geldiklerinde Five Ocean Restoranına giderlermiş çok iyiymiş diye duyum aldık. İlk gecemizde orada yemek yedik.İsmi tıklarsanız restoran hakkında bilgi alabilir ya da rezervasyon yapabilirsiniz. Restoran çok ilginç. Siz yemek yerken hayatımda görmediğim boyutta ıstakozlar  etrafınızda akvaryumlarda duruyor. Buraya kadar tamam. Ancak lavabolarında  ışıklar fena loş ve akvaryumun arka tarafına geçmiş oluyorsunuz. Siz ve ıstakozlar yalnızsınız. Pahalı mı çok ucuz değil ama yediğimiz hiçbirşey için lezzetsiz diyemeyiz. Ayrıca birer türk olarak şimdi balık yanında rakı olsa ne de hoş olur dedik, adamlar malum sporculardan alışkın, içki şişelerinin dizili olduğu raftan rakılarımızı bile getirdi. Bence misafirperverlik harikaydı.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ALBA...İTALYA KASABALARI-4-

IVREA PORTAKAL FESTİVALİ Şubat 2017

MİLANO...Bir Çok Kez...